Sepetinize henüz ürün eklemediniz!
Türkiye, aktif fay hatları üzerinde yer alması nedeniyle sık sık depremlerle karşı karşıya kalan bir ülkedir. Özellikle 1939 Erzincan Depremi, 1999 Gölcük Depremi, 2020 İzmir Depremi ve 2023 Kahramanmaraş depremleri, büyük can ve mal kayıplarına neden olmuş, ülke genelinde depreme karşı daha bilinçli ve hazırlıklı olunması gerektiğini bir kez daha ortaya koymuştur. Ancak, yaşanan felaketlerin ardından yapılan çalışmalar ve alınan önlemler yeterli mi? Türkiye’nin deprem gerçeğiyle nasıl mücadele etmesi gerekiyor? Bu yazıda, günümüz Türkiye’sinde depremle mücadele konusunda yapılanları ve eksiklikleri ele alacağız.
Türkiye’de depreme dayanıklı yapılaşmayı sağlamak amacıyla çeşitli yönetmelikler ve standartlar belirlenmiş olsa da, uygulamada ciddi eksiklikler bulunuyor. 2000 yılı sonrası yürürlüğe giren deprem yönetmelikleri, daha güvenli ve dayanıklı binaların inşa edilmesini sağlarken, eski yapı stokunun büyük bir kısmı hala risk taşımaktadır. Özellikle büyük şehirlerde, denetimsiz yapılan inşaatlar, zayıf zeminlerde inşa edilen yapılar ve eksik mühendislik hizmetleri, deprem anında büyük tehlike oluşturmaktadır.
İzmir’de yaşanan 2020 depremi, görece daha düşük şiddette olmasına rağmen binaların çökmesiyle büyük kayıplara neden olmuş, yapı denetimi konusundaki eksiklikleri tekrar gündeme getirmiştir. Erzincan’da 1939 yılında yaşanan büyük deprem ise Türkiye’nin en yıkıcı afetlerinden biri olarak tarihe geçmiştir. Bu tür felaketler, yapı denetimi ve mühendislik standartlarının ne kadar hayati olduğunu kanıtlamaktadır.
Kentsel dönüşüm projeleri, eski ve riskli yapıların yenilenmesi için önemli bir fırsat sunmaktadır. Ancak, bu süreç çoğu zaman rant odaklı ilerlediği için, güvenli yapılaşma hedefinden sapmalar yaşanmaktadır. Depreme karşı dayanıklılığı artırmak için atılan adımların, sadece ekonomik kazanç gözetmeden, toplumsal fayda odaklı bir anlayışla ele alınması gerekmektedir.
Depremle mücadelede, sadece yapısal önlemler değil, aynı zamanda toplumun bilinçlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. AFAD ve yerel yönetimler tarafından yürütülen eğitim programları, tatbikatlar ve erken uyarı sistemleri, toplumun deprem anında nasıl hareket edeceğini öğrenmesine yardımcı olmaktadır. Ancak, bu eğitimlerin ve tatbikatların daha geniş kitlelere ulaşması ve sürekli hale getirilmesi gerekmektedir.
Japonya gibi deprem kuşağında bulunan ülkelerden alınabilecek dersler de göz ardı edilmemelidir. Örneğin, Japonya’da deprem bilinci çocuk yaşlardan itibaren eğitim müfredatına dahil edilmekte, binalar en sıkı yönetmeliklere göre inşa edilmekte ve halkın bilinç düzeyi yüksek tutulmaktadır. Türkiye’de de benzer bir yaklaşım benimsenmeli, bireylerin deprem konusunda eğitilmesi için daha kapsamlı programlar oluşturulmalıdır.
Türkiye’nin deprem gerçeği, göz ardı edilemeyecek kadar büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Bu nedenle, yalnızca afet sonrası müdahalelerle değil, afet öncesi alınacak tedbirlerle can ve mal kayıplarının en aza indirilmesi sağlanmalıdır. Deprem güvenliğini sadece bir mühendislik meselesi olarak değil, toplumsal bir sorumluluk olarak ele almak, ülkenin geleceği için kritik öneme sahiptir. Ancak bu sayede, gelecekte yaşanacak depremlerin etkileri en aza indirilebilir ve daha güvenli şehirler inşa edilebilir.